11 Şubat 2011 Cuma

TUZ

    Bir genç kadın öldü, bir ihtiyar adam bir ölü genç kadını çırılçıplak soydu en mahremini utanmazca teşhir edip ve bununla da arsızca alay etti. Hatta yaptığı bana göre bir ölüye tecavüz ederek tatmin olmak sapıklığından çok da farklı değildi..

   Uzun ve gereksiz bir süre biçimsiz bir gündem yaratan malum konuyla ilgili konuşmayacağım. Sadece bu konu gündemi gaspederken kendi zihnimde uyanan başka fikirleri ve bunları irdelerken vardığım yargıları paylaşacağım bu yazımda. Yani çoğu zaman olduğu gibi konum insanoğlu, davranış biçimleri ve ona başka bir bakış açısı, başka bir irdeleme yöntemi.

   İnsan davranışlarını çiğlik, pişmişlik, yanıklık dereceleriyle değerlendirmeye yönlendirdi beni bu son zamanlardaki yaşadığımız olaylar.  Adeta herkesi ellerinde servise hazır tepsiler içinde leziz ya da mide bulandırıcı yemekler sunar şekilde görmeye başladım. Kimi fastfood kadar özensiz hazırlanmış kimi bir fransız restoranında sofra misali taçlanmış davranış biçimlerini uzatıyordu yemem için.. Ama tadına bakmadıkça yargıya varmanın, şekilciliğin nasıl yanılgılar yarattığına şahit oldum yeniden. Zira  Kiminin sosu fazlaydı, kiminin tuzu eksik, kimi aşırı yağlıydı, kimi tatsız kupkuru..

   Hepsinden önemlisi herbiri kıvamında pişmedikçe dünyanın en lezzetli yemeği dahi olsa yenebilir kıvamda olmayacaktı..

   Peki neden çiğdir insanoğlu? nasıl pişer? pişme kıvamı tutmazsa ne olur?

   İnsan çiğdir, zira dünyaya geldiğinde henüz topraktan sökülmüş bir sebzeden pek de farkı yoktur,  bir sofrada lezzetli bi yemek olarak sunulabilmesi için gerekli bütün potansiyele sahiptir aslında, sadece işlenmesi gerekir, bizzat "hayat" ın kendisi tarafından, büyük bir ustalık ve incelikle.. Böylece başlar insanoğlu da yetiştiği toprağa göre, kimi zaman lüks bir mikrodalgada, kimi zaman kulpsuz bakır bir tencerede, yaşam serüvenine..

   Pişme sürecinde kimi zaman açık unutulur ocağın altı, kimi zaman taşar da tencereden söndürür ateşi kendi kendine.. ve her insanın da bir pişme derecesi vardır, derecesinden az pişerse "çiğ" kalırken fazla pişirilirse lapalaşır ve hatta yanık tehdidi altında kalır..

   İşte bu pişme derecesi tutmamış insanlar, kimi gün karşınıza çıkıverir. Sizin lezzetinizi eleştirir bir gurme cüretiyle, "tuzun eksik senin" deyiverir, oysa tuz eklenebilir bişeydir, bunu bilmez çünkü tuzuna bakılacak kıvama hiç gelememiştir, çiğ kalmıştır ve muhtemelen bir tabakta artık bırakılıp bir çöp kutusunu boylamıştır.. oradaki kokuşmuşluğuyla bağırıyordur size, "senin tuzun eksik!" diye, aldırmayın.. artık onun için çok geçtir, ama size hala tuz eklenebilir..

   Kimi zaman da iyiniyetli bir aşçıbaşı tuzunu az bulduğu bir yemeğe tuz eklemek ister, ama tencerenin dibi tutmuştur, kaynaya kaynaya bütün vitamini buhar olmuştur ve hatta yanık kokusundan yanına yaklaşılmıyordur, ona ne tuz eklemenin, ne de "senin tuzun az" demenin bir faydası yoktur.. zira o yanık yüzüyle size kötü kötü sırıtacak ve "ee nolmuş ki? beni seven böyle sevsin" diyecektir. Kaderi aynen çiğ kalan gibi bir çöplüğün dibini boylamak olacaktır ya da belki bir midesiz tarafından afiyetle sindirilecektir.

   Kıvamında pişen bir yemeğin lezzeti tuzunun seviyesiyle zaten ölçülemez.. Çünkü aklıbaşında her aşçı bilir ki "tuz" aslında zevke göre değişir, onun hüneri her sebzeyi kendi kıvamında pişirebilmektir, nasılsa sofraya sunduğunda her zevk sahibi kendi baharatını üzerine ekleyecektir, kaygısını duymaz bunun..
İnsanoğlu davranış biçimlerini kıvamında pişirmeyi becerebildikçe tuz da eklenir, soya sosu da rahat olun..

   Bazıları acı sever, kimileri tatlı delisidir, benim için mükemmel sofra; çeşnisi bol, her lezzetten bir tadımlık alabileceğim ve tuzunu kendim belirleyebileceğimdir..

   FİKRİMCE: Çiğ insanlar bilmezler ki kendilerinin o ayıpladıkları şeyi yapma potansiyeli, yeterince pişmiş bir insandan kat kat fazladır.. Çünkü yemeği ateş, insanı hata kıvamına getirir..

Derya Birinci